2 Ocak 2014 Perşembe

Amansız hastalık: Osmanlı humması

Birisi kalkıp Osmanlı'yı şöyle tarif etse ne halt edeceksiniz: Padişahlarının büyük kısmı yarı Hıristiyan, yöneticilerinin epeycesi Hıristiyan olan, ordusu küçük yaşta devşirilmiş Hıristiyan çocuklarından meydana gelen devlet.

Yeni yılın ilk akşamında, İz TV'deki belgeselde, İstanbul'un, "bir dünya başşehri, ama onun da ötesinde bir payitaht" olduğunu söylediler. Hemen oturduğum yerde toparlandım, bütün ölmüş padişahlar ve silah arkadaşları için dualar okudum. "Payitaht" olmak, tabiî, "dünya başşehri" olmanın "ötesinde"dir. Hakkıdır tahta tapan milletimin övünmek... Kendi milliyetine, dinine -yani kendine- tapmak da büyük zillet ama "taht"? Bu biraz... nasıl desem... problemli bir ilişki değil mi? Anlat yavrum, Osmanlı'yla ilişkini anlat...

Yönetmeni Selim Aytekin, danışmanı Ahmet Özcan olan "Payitaht" belgeseli, hemen hemen somut hiçbir bilgi vermeksizin dakikalar geçirebilmesiyle, örnekleri niyeyse bizde daha çok görülen ilginç bir alt türe giriyordu. Methiye olarak adlandırırsak isabet kaydedeceğimiz film, ilkokulda, ortaokulda öğrendiklerimizin "ötesine" geçmeyen laflar ve pek leziz hava çekimleri ve üç boyutlu modeller vs. eşliğinde, yine, bir defa daha, on bininci yüz bininci defa, bıkmadan, usanmadan, utanmadan, sadece şunu söylüyordu: Hey! Osmanlı ne şahane bişeydi di mi dostum! Topkapı Sarayı'na bakınca "adalet kulesini" görürdünüz, çünkü Osmanlı'nın yönetim anlayışı işte buna dayanıyordu: adalete! Bizzat birtakım Batılılar -evet, yine onlar! yine onlar şahit gösteriliyor ki, inanalım- Osmanlı'yı şöyle övmüşler, böyle övmüşlerdi. Hiçbir yetki insan kayırılarak verilmezmiş, sadece liyakate bakılırmış. Padişah Divan'a katılmazmış ki, heyet rahatça konuşsun?!?! Evet ya, padişahın haberi olmuyordu tabiî kimin ne dediğinden?! Bir çeşit demokrasi ortamı... Ya, hemen ardından, en geç Fatih'ten itibaren padişahın kafes arkasından toplantıyı izlediğini de söylüyorsunuz! Ayrıca bu da okulda öğrendiğimiz bişey. Bu arada, izlediğimiz, belgeselin ilk bölümüydü ve "1. Yönetim" gibi ciddi bir başlık taşıyordu. İtiraf edeyim, adamlar koca belgesel yapmış, artık manasız övgülere kulak tıkar, Osmanlı yönetim mekanizması hakkında üç-beş bişey öğrenirim diye oturdum başına. Gördüğüm, bazı hastalıkların üç boyutlu modelleme sayesinde sadece yeni boyutlar kazandığı. Fakat tabiî şüphesiz hastalığın bunca yaygın boyutları ve çeşitleri karşısında, tutup bu filme takacak değiliz. Gerçi belgesel olduğu için hassas yerimden vuruyor, dolayısıyla hınç besleyebilirim; ama kökenim Osmanlı ya, hoşgörü insanıyım, fenalık yapamam.

Yalana ve kendini övmeye doymayan bir toplum oluşumuz acaba neden? Gerçekler hoşumuza mı gitmiyor? Yoksa yalana batmışlığımız yüzünden, hoşumuza gidecek gerçeklerimiz varsa onları da bulup çıkaramıyor muyuz? Kendimizi göklere çıkarıyoruz, sonra ne kadar yüksekte olduğumuza bakıp, anî ve aşırı kendine hayranlığa dayalı histeri krizlerine (kısaltsam AAKHDHK olacak, pek kısaltma gibi durmuyor) kapılıyoruz. Tam o esnada anlıyoruz ki, göklerde yükselen kendimize aşağıdan bakabildiğimize göre aslında göklerde değiliz. Aşağıdayız! Eyvah! Bu, kolay baş edilir bir ruhsal gelgit değil.

Kendi maalesef -gerçekten maalesef, çünkü büyük bir kayıp ve eksikliktir- en ufak bir özgün kültürel-sanatsal ürün çıkaramayan, zihniyet dünyamızda en ufak bir derinleşme, ufkumuzda en ufak bir genişleme yaratamayan memleket İslâmcılığı, iktidar yıllarında hepten Osmanlıcılığa sarıldı. Güya CHP'ye muhalefet ederken işe yarayacak diye şimdiye kadar her türlü merkez sağın sürdürdüğü ticareti AVM boyutlarına taşıdı. Neredeyse bugünümüz yarınımız için model saymamızı istedikleri, din üstü ırkçılık ve bir dizi yalandan ibaret "Osmanlı" kavramına, 12 Eylül'ün evlatlığı Türk-İslâm sentezciliğinin rekabetsiz ortamda yaptığı takviyeler de hâlâ işe yarıyor anlaşılan.

Osmanlı'nın 2000'lerdeki yükselişinin esas sebebi elbette, bu imparatorluğu İslâmî kimlikle özdeşleştirebileceklerini sanmaları, ortalıktaki cehaletin de buna meydan vermesi. Cehaletin olmadığı yerde de aksini duymak istememe var. Mevzu biraz deşilirse dinin bu hanedan, saray ve imparatorluk içerisinde tuttuğu yer ve işlevine dair hem berrak hem mantıklı bir fikir edinilmesi hiç zor değildir. Fakat bize göre tarih sadece ve sadece bugünün siyasî meseleleri için işimize yarayacak malzemeden ibarettir, dolayısıyla, hakikati anlamak diye bir derdimiz, çabamız hiç olmadı ve öyle görünüyor ki, olmayacak.

Birisi kalkıp Osmanlı'yı şöyle tarif etse ne halt edeceksiniz: Padişahlarının büyük kısmı yarı Hıristiyan, yöneticilerinin epeycesi Hıristiyan olan, ordusu küçük yaşta devşirilmiş Hıristiyan çocuklarından meydana gelen devlet.