1 Eylül 2014 Pazartesi

Öz'ün masal dünyasında saklı hakikat

Ünlü Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'ün 1 Eylül günü ardarda attığı tweet'leri sakin sakin okuyalım (yazım hatalarını kısmen düzelterek aktarıyorum):
Açılım sürecindeki kanunsuzluklar ve ihanetler o kadar büyük ki; korktuklarından GENEL KURMAY BAŞKANINDAN bile gizlemek zorunda kalmışlar.
Açılım sürecinden GNK Başkanına haber verilmemesi 7 Şubat krizinin arkasındaki ihaneti ve işlenen suçların vehametini göstermektedir.
Nasıl bir açılım-çözüm sürecidir ki, terörle mücadelede binlerce şehit vermiş Ordumuzun eli-kolu bağlanıp iş yapamaz hale getirilmiştir.
Güvenlik güçlerine kanunsuz talimatlar verilerek, teröristlerin pervasızca dağdan inip şehirlerde kadrolaşmalarına seyirci bırakılmıştır.
Açılım süreci maskesiyle yabancıların dinlemelerdeki şantajlarına boyun eğip PKK'yı tek kurtarıcı ilan edip G.Doğu Halkı örgüte mahkum edildi.

Yapılan bu stratejik ihanetle halk üzerinde etkisini kaybetmiş terör örgütü, tekrar halkın üzerinde baskı ve hakimiyet kurma şansını buldu.
Oysa son 2-3 yılda Askerin ve Polisin ciddi gayretiyle terör örgütüne büyük darbeler vurulmuş, dağ ve şehir yapılanmaları felç edilmiştir.
Kandil'e yapılan operasyonlarda örgütün mağaralarına kadar girilip darmadağın edilmiş ve örgüt büyük darbe almışken; açılım süreci ortaya çıktı.
O günleri hatırlayalım, örgütün silahlı gücünün üçte biri, TSK tarafından imha edilmişti. Örgüt Kandil Dağı'nı bile terk edip kaçma sürecindeydi.
Hatta o günlerde güneydoğuda bir güvenlikçi, "Buralar tarihin en rahat dönemini yaşıyor, terör namına bişey yok, boş boş oturuyoruz" demişti.
Sadece iki yıl öncesinde terör sorunu bitirilmek [bitirilecek] ve Güneydoğu Anadolu halkı huzur ve refaha kavuşacakken, birden açılım süreci ortaya atıldı.
Kimler terör örgütünü tamamen felç edecek ve terör sorununu bitirecek süreci, açılım yalanıyla Türkiye'nin resmen bölünme sürecine çevirdi?
7 Şubat krizinde niçin bazı kişiler sırf ifadeye çağırıldı diye hukuku ayaklar altına alıp fırtınalar kopardılar? Kimler ne için korkuyordu?
Zekeriya Öz, sosyal medyada hayli gürültülü bir muhalefet yürütmeye çabalıyor. Hükümetin kendisine yaptığı muameleden ötürü, tepkisi, tonu, öfkesi elbette gayet anlaşılır. Ancak faaliyetinin ana konusunun Kürt sorunu veya Barış Süreci oluşu, bu konudaki telaşı, söylemi, bütün bunların açığa çıkardığı kafa yapısı, bize dikkate değer ipuçları sunuyor.

Öz'ün siyasî faaliyeti, Cemaat-hükümet çatışmasının en azından bir temel sebebine ışık tutuyor gibi. "Hizmet" hareketi ile AKP hükümetinin bu kadar sert birbirlerine girmelerinin gerisinde şüphesiz sadece tek sebep aranamaz. Mevzular neler olursa olsun ortada bir çift başlılığın, "Reis"in otoritesini yer yer geçersizleştirecek ikinci bir emir-komuta merciinin ve zincirinin bulunması bile bu muazzam kavga için yeterli nedeni oluşturabilirdi. Ancak öyle görünüyor -ve nitekim meseleleri bilenlerce dile getirildi- ki, Kürt meselesinde alınan "devlet kararı", bu kavgayı hem ertelenemez hem gizlenemez kılmış. Somut olarak, Cemaat'i gücü ve imkânlarıyla bağdaşmayan, aşırı cüretkârca bir adım atmak zorunda bırakmış.

Bu konudaki tek kanıt Zekeriya Öz'ün tweet'leri değil şüphesiz. Ancak bu seri mesajlar her şeyi çok güzel toparlıyor (belirtmeliyim ki, benim zihnimdeki bazı soruları da bütünüyle silip süpürüyor). Cemaat adına konuşan, eyleyen pek çok insan, özellikle 25 Aralık'a karşılık olarak hükümetin ardarda savurduğu sillelerden korunmaya çabalarken, bir yandan da ülkedeki en keskin milliyetçi kesimlerle aynı ağızdan, "memleket bölünüyor", "Apo'ya teslim olundu" vs. edebiyatı yapıyorlar. "Savcıları teslim almaya çalışıyorlar", "hukuk yok oldu", "kahraman polisler" falan gibi inandırıcılıktan uzak, çocuk kandırmaca tarzı yaygaraları ciddiye almıyorum. Bunları bir kenara ayırdığınız zaman, ortada iki mevzu kalıyor: Kürtler ve İran. İkincisini sahiden çok merak ediyor ve anlamaya çalışıyorum, şu anda konumuz değil. İlkindeyse, artık sükûnetini tamamen kaybetmiş histerik insanların ayaklarını yerlere vurarak, oradan oraya koşup herkesi yakasından tutup sarsarak, mütemadiyen haykırarak çıkardıkları bir patırtıdan başka şey göremiyorum.

Savcı Öz, "tam PKK'yi bitiriyorduk ki, açılım süreci ilân ettiler, bölgeyi örgüte teslim ettiler" diye özetlenebilecek bir masal anlatıyor. Kandil'de mağaralara kadar girilmiş de, örgüt dağı terk etmek üzereymiş de, örgütün silahlı gücünün üçte biri imha edilmiş de... Bunların hiçbirinin böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Buna rağmen, Zekeriya Öz'ün yalan söylemediğini, bunlara inandığını sanıyorum! İşin kötüsü, Öz gibi, pek çok Cemaat siyasetçisi (savcısı, polisi...) de sanırım inanıyor. Bizim korkunç sabotajlar olarak gördüğümüz işler için o, "dağ ve şehir yapılanmaları felç edilmiş..." falan diyebiliyor.

Özetlersek: Cemaat'in devlet içi örgütlenmesi, PKK'nin ezilmesi, yok edilmesi diye bir hedefe kilitlenmişti - deyim yerindeyse. İzlenimim, kendilerini kandırmaya ve hakikati bambaşka bir yerinden, bambaşka gözlüklerle görmeye pek yatkın olduklarıdır. Dolayısıyla, 30 küsur senedir başarılamayan bu işin, kendilerinin inisiyatif alması sayesinde başarılacağını iddia ediyorlardı. Oysa "devlet aklı" çoktan başka bir yola sapılmasına karar vermiş, bunun için gereken rizikoları üstlenebilecek siyasî unsuru da geniş halk desteğine sahip AKP'de bulmuştu. Devletçe bu yeni yola sapılacakken, Cemaat, o zamana kadar her istediğini yapabilmiş olmanın yarattığı şişkin özgüvenle karşılarına dikildi.

Yeşilçam, bize sayısız "Durun!" sahnesi sunmuştur; "Durun! O senin kardeşin!", "Durun! Siz evlenemezsiniz!" vs... Biz de hepsine ikna olmuşuzdur, çünkü nikahı durduranın öne sürdüğü sebep hepimize hem mâkûl görünür hem de istediğimiz sonuca yolaçacaktır: oğlan o kızla değil bizim kızla evlenmelidir. Cemaat'in, Kürtlerle silahsız, savaşsız bir beraberliğin yollarını aramaya karar vermiş devletle bu işin siyasî sorumluluğunu üstleneceğini ilân etmiş hükümetin karşısına dikilmesi, "Durun! Siz hainsiniz, İran ajanısınız!" diye haykırması hem duygularımıza tersti hem de söyledikleri akla yakın görünmüyordu. Zekeriya Öz'ün bugün söyledikleri de akla yakın görünmüyor. Ama meseleyi anlamak için sadece aklımızın yetmeyeceğini apaçık gösteriyor.