4 Haziran 2015 Perşembe

Kürt düşmanlığından fazlası var

HDP'ye yönelik saldırılar giderek sınıf atlıyor. Bingöl'deki '90'lar stili cinayeti Erzurum'da linç girişimi ve mitinge kitlesel saldırı izledi. Bu saldırıya polisin de bildik "kontrollu" desteğiyle, manzara tamamlandı. Bingöl'de HDP seçim minibüsü sürücüsü Hamdullah Öge, taranan araçtan çıkarılıp işkence edilerek öldürüldü, bedeninde 30 mermi yarası olduğu söyleniyor. Erzurum'da da yine minibüs, içinde sürücüsü varken ateşe verildi, sürücü, sekiz çocuk babası Aydın Taşkesen, ağır yanıklarla zor kurtarıldı. (Geceyarısına doğru hayatını kaybettiği yolunda bir haber yayıldı, ancak şükür ki bunun doğru olmadığı kısa sürede anlaşıldı).

Rewhat'ın (@rewhat) Hamdullah Öge için çizdiği kare...

İlk bakışta, bu saldırıların somut hedefleri belli: HDP'nin çevresinde özellikle Demirtaş'ın yarattığı barışçı, demokratik, çoğulcu, yürek ferahlatan, iç açan aurayı, havayı, muhalif özgüveni, gelecek umudunu dağıtmak, bu parti etrafında oluşan hareketi gerilimle, saldırı-kavgayla, her tür huzursuzlukla, ürkütücü, korkutucu olaylarla, can korkusuyla... ilişkilendirmek. Bingöl'deki JİTEM tarzı cinayet, şüphesiz, '90'ların hatıralarını canlandırmayı, "yine böyle olur!" tehdidini herkesin kafasına sokmayı da amaçlıyor. Erzurum'daki bin kişilik saldırı, şimdiye kadar yüzü aşkın yerde sergilenen "sizi buralarda yaşatmayız" oyununun bir tür üst aşaması, son perdesi.

Bunlardan da, HDP'nin barajı geçmemesi, HDP etrafında toplaşan ve "kemik Kürt" olmayan unsurların kaçışması amaçlanıyor.

Ancak maalesef oyun bundan ibaret değil. Zira HDP'nin becerdiği iş, muhtemelen baştan kendilerinin öngördüğünün dahi ötesinde, yepyeni bir toplumsal muhalefet hareketine can vermek oldu. Önyargılarla, komplekslerle, ufak dükkan ve iktidar hesaplarıyla çarpıtmaya, örtmeye, gizlemeye çalışanlara aldırmayın, Türkiye toplumsal muhalefetinin büyük hakikati şudur: Eğer demokrasi ve özgürlük hareketleri taleplerini daha geniş bir çemberin parçası yapar, "herkes için" aşamasına yükselirlerse, kaçınılmaz olarak, çoğulcu bir "yüzde elli" ortaya çıkacak. Ve eğer buna, ayrılıkçı değil yerinden yönetimci, mücadelesini sırf kendi haklarını değil herkes için demokrasi isteme mertebesine yükseltmiş bir Kürt hareketi karşılık düşerse, ortaya toplumu sahiden değişime zorlayabilecek, büyük bir kuvvet oluşacaktır.

Bilmiyorum farkında mıyız, ama şu anda olan da budur.

HDP eğer "Kürt partisi" ise, bu müthiş kapsayıcı ve her şeyden önce müthiş olgun bir Kürt partisidir. Saldırılara karşılık vermeyerek aslında düpedüz zafer kazanıyor ve gücünü hem pekiştiriyor hem bu gücün kalitesini artırıyor. Öte yandan, bu, memleketteki sayısız azınlığın yanısıra, bir sürü Türk'ün de umut bağladığı bir Kürt partisidir. Dolayısıyla, HDP'ye "Kürt partisi" demek, Kürtlerin bugüne kadar çektikleri eza cefaya karşılık hak ettikleri bir payeyi teslim etmek anlamında doğru, ama ortadaki siyasî oluşumu tarif bakımından yetersizdir.

Yani Türkiye'de, oluşması halinde rejimi ve düzeni kökünden sarsacak ve sahiden değişime zorlayabilecek bir kuvvet, oluşmak üzeredir. Düzenin, devletin bilumum güçleri açısından bunu önlemenin tek yolu, çok büyük oranda "şehir partisi" olan HDP'yi "kırsal"a doğru itmek. Elbette öncelikle, oluşmuş yeni hareketin Kürt olmayan her türlü kesimle bağını koparmaları gerekiyor.

Buna uğraşıyorlar. Ve memleketin geleceğine yönelik bu sabotaj, seçim nasıl geçerse geçsin bitmeyecek. HDP'de birleşmiş toplumsal muhalefet barajı aşsa da bitmeyecek. Mücadelenin gidişatını belirleyecek olan, HDP'ye Kürtlerin dışında kimlerin sahip çıkacağıdır.

Meselenin bir boyutu da şu: Türk siyasî partilerinin Kürtleri neredeyse tamamen kaybetmiş oluşu vakıa, AKP'nin de bundan böyle anca sınırlı ölçüde Kürt seçmeninin varolacağı ve bunun giderek tükeneceği belli. Roboski ve Kobanê'nin yarattığı manevî kopuşu devlet ve toplumun Kürt olmayan kesimi hâlâ idrak edemedi. Paradoksal şekilde, bu kopuş sürecinin karşısında, olumlu rol oynayabilecek tek etken, HDP etrafında Türkiye toplumsal muhalefetinin daha yaygın, daha kararlı toplanması, HDP'yi ister istemez kendinden de sorumlu kılması. Partinin seçim bildirisinin ortaya koyduğu siyasî programın zaten "bütün ezilenlerin hakları" gibi bir çerçeveyi içeriyor oluşu, bunun için son derece elverişli bir teorik zemin. Pratiği ise HDP değil, başkalarının ona yaklaşımı.

Şahsen, Kürt hareketinin, ortaya "herkes için" bir siyasî program ve çözüm önerisi koyarak, belki daha da önemlisi, bütün bu alçakça saldırılar karşısında gayet vakur ve kararlı durarak, bu dönemde üstüne düşeni fazlasıyla yaptığına inanıyorum. Üstelik bunu her gün cenaze kaldırırken yapıyorlar.

Eğer meseleniz öyle büyük toplumsal değişimler, işçi-emekçi hakları, eşitlik, özgürlük falan değil "silahların gömülmesi"yse de bunun sağlam ve sahici yolu, saldırılara karşı Kürtlere sahip çıkmaktan geçiyor.