16 Mart 2016 Çarşamba

Otuz kere kapatırsan olur!?

Radikal, 10 Mart 2016

Yüksek binaların üst kat pencerelerinden hayat hep daha kolay görünür. Minik minik yaratıklar kayar gibi yürürler, araçlar sessizce ilerler, kimsenin önünde herhangi bir engel yok gibidir; her şey doğal akışı içindedir sanki. Bağlar’ın Bayramoğlu semtinde, herkesin adres tarifinin bir yerine mutlaka oturttuğu alışveriş merkezinin yan sokağında, on birinci katın penceresinden bakınca, Diyarbakır’ın tek sorunu çok katlı çirkin binalarmış gibi görünüyor. Sur buraya uzak. Ses çıkarmasa bile duyuyor, duman salmasa bile görüyorsunuz. İçinizde.

Lise bahçesinde iki basket, bir voleybol sahası var. Şaşırtıcı, ama basket sahalarının potaları yerinde, voleybol sahasının filesi sağlam. İlk bakışımdan bu yana bir-iki saat geçti, çocuklar maçı bırakmadı. Belki yerlerini yenileri aldı. Lise bahçesinde çocuklar. Çıkışta azıcık haytalık edip evlerine dönecekler. Anababaları? Kardeşleri? Onlar nerede? Hep birlikteler mi? Kaç ana hapiste, kaç baba toprağın altında? Ya ağabeyler, ablalar?

Okul bahçesinin çevresi rengârenk. Büyüklerin ellerinden tutmuş, okula geiyorlar. Doldurmuşlar kaldırımı boydan boya, rengârenk akıyorlar. Lisenin arkasına dolanıyorlar. Minik minikler, kıpır kıpırlar; büyükler bir adım atarken onlar ileri iki geri üç adım atıp, yerlerinde zıplayabiliyor, dönebiliyor, hiçbir şey olmamış gibi sakin sakin yürümeye devam edebiliyorlar. Çocuklar oynar zıplar. Çocuklar karanlık bodrumlarda aç susuz ateş altında kalmaz. Çocuklar analarından koparılıp Çocuk Esirgeme yurtlarına verilmez. Ülkelere, toplumlara böyle bakılır: çocuklarına ne yapıyorlar, ona bakılır. Nerede bu çocukların ağabeyleri ablaları? Neredeyseler neden oradalar?

Diyarbakır’da ilk defa hava kirliliği diye bir meseleyle karşılaştım. Diyarbakır’da hava kirlenir mi? Göğe bak, masmavi! Uzaklarda, aşağılarda, kenardan kaynak yapıp manzaraya katılmaya çalışan yıkık dökük, omuzları çökük bir-iki bulut. Evleri başlarına mı yıkılmış? Varolmaktan mı vazgeçmişler? Ne o bulundukları yere yakışıyorlar ne kalıcı görünüyorlar. Hava kirliliği de, alışveriş merkezleri gibi, çok katlı çirkin binalar gibi dadanmış buralara demek. Sokakta yürürken kömür kokusu geldi burnuma. İki kere. Yanık kokusu. Sur’dan çatışma sesleri geliyordu, yakındaydık, barut kokusu sandım. Cizre uzaktaydı. Yanık kokusu. Yakılmış insan bedenleri uzaktaydı. Yanık deyince, yanmış deyince, koku duyunca yakılmış insanları hatırlamak... “Türkiye bir nedir?” tariflerinden.

Lise bahçesinde, maçı sonsuza kadar sürdürecekmiş gibi görünen yeni yetmelere rağmen, minikleri ısrarla, inatla, azimle ve şüphesiz onsuz bunlara sahip çıkamayacakları umutla okula getiren anababalar ne yaptıklarını bilir görünüyorlar; buna rağmen, buralarda gökyüzünün yeryüzüne yaklaşırken büründüğü kadim renge rağmen bu nasıl bir geçicilik hissidir? Neden bu geçicilik duygusu? Bütün manasını varkalmışlığından alan bir Toledo’yu “inşa etmek”ten sözedebilen birileri mi yaratıyor bu hissi? Mütemadiyen medeniyetten, kökten sözedip fırsat çıkmışken Sur’u yıkan birileri?

Belki de musluktan akan, caddede esen, güneşi kesen, çiçeği ezen huzursuzluktur suçlu. Huzurun olmayışı her şeyi geçici kılmaya yetiyor mu? Diyarbakır’ın huzuru yok. Ve Diyarbakır öfkeli bile değil artık. Kırgınlığı geçmiş. Öfkelenmeyi geçmiş. “Anladık biz sizi” havası var şehirde. Zalime, zulmü yürütene, zulme katılana, umursamayana kızgınlıktan çok kayıtsızlık var.

Haber Nöbeti için DİHA bürosundayım. Konuşmuyorlar, çalışıyorlar. Tıkır tıkır klavye sesleri arasında nadir konuşmalardan biri, alaycı gülüşlerle başlıyor, başladığı gibi de bitiyor. Yüzlerde öfke yok. Yüzlerde istihza. Mevzu, DİHA’nın sitesinin otuzuncu (evet, 30!) defa kapatılması:
“DİHA'ya ait 29 adresi erişime kapatan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) bugün aldığı karar ile ajansımıza ait www.dilce-haber. pw adresini de erişime engelledi.”

Kendi haberlerini böyle yaptılar. 24 Temmuz’dan bu yana otuz kapatılmayla yarışı önde götürüyorlar. En çok tutuklu muhabiri bulunan ajans sıralamasında da DİHA birinci. Altı çalışanı tutuklu.

“5651 Sayılı Kanun uyarınca yapılan teknik inceleme ve hukuki değerlendirme sonucunda bu internet sitesi (dicle-haber.pw) hakkındaki Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nın 08/03/2016 tarih ve 490.05.01.2016.-28375 sayılı kararına istinaden Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından İDARİ TEDBİR…”

Devlet konuşuyor.

Mavi gökyüzünü uçak sesi yırtıyor. Kürt TV kanallarında “Savaş uçakları havalandı” bantları.

Uçaklar seslerini peşlerine takıp gidiyor. Devlet yeni idarî tedbirlere ihtiyaç duyuyor; sokaklar polise zimmetlenecek, her yere karakol. Sur’da bugün 99., siz bu yazıyı okurken 100. gün.

“…28375 sayılı kararına istinaden…” İdarî tedbir!

DİHA’nın kendi hakkındaki haberi şöyle sona eriyor:

“Erişime kapatılan dicle-haber.pw adresi yerine kullanılan yeni adresimiz şudur: dicle-news.pw.”

Çocuklar okula geliyor, jetler uzaklaşıyor, yanık kokusu duyulmuyor, klavyeler tıkırdıyor.

Devlet, idarî tedbirleriyle, “…sayılı karar”larıyla başka âlemde. O o âlemde boğuyor, boğduğu bu âlemde canlanıp yeniden soluk alıyor veriyor. Devlet kendi âleminde.

Belki de yaşıyorlar diye kıskanıyor, hınçlanıyor, içine sindiremiyor.